İnsan ruhunu anlamaya çalışarak bunun için kendini psikolojiye adayan pek çok psikolog ve filozof vardır. Ama bunların arasında en iyi bilinenlerden birisi Carl Gustav Jung’tur. Ancak Jung’un bu kadar değerli olmasının sebebi ortaya koyduğu fikirler değildir. Aksine bu fikirlerin geçmişten günümüze kadar aktarılabilmiş olmasıdır. Jung felsefesi ile ortaya çıkan davranış bozukluklarının çoğu arketiplere bağlıdır. Genellikle bu arketipler felsefi kuramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tam da bu noktada insan ruhu ve psikolojisi arasındaki bağlantıya değinmek gerekir.

Carl Gustav Jung, arketiplerin insan psikolojisindeki öneminin haklı savunucusu ve Jung felsefesinin kurucusudur. Bu arketipler geçmişte yaşanmış olayların bilinçaltında yer edinerek birey üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Yani bilinçaltındaki bir travmanın güncel yaşamda benzer bir travma ile hatırlanması anlamına gelir. Bu durum bireylerde bir travma için zayıflık ya da kendini korumaya almak için güçlü olması gerektiğini hatırlatır. Buna bağlı olarak da davranışsal güdüler ortaya konur. Birey bu noktada eğer ilk travmada zarar görmüşse kendini koruması gerektiğini düşünerek buna göre tavır sergiler. Ya da ortamdan uzaklaşması gerekiyorsa kaçmaya yönelik bir davranışsal güdü sergiler ve uzaklaşır.

Davranışsal güdüler ile Jung felsefesi

Jung felsefesi arketiplerini nasıl öne çıkartırız?

Jung, analitik felsefenin kurucusu olarak kabul edilmiştir. Bu alanda pek çok çalışmaya imza atmıştır. Carl G. Jung’un felsefesini anlamak ve anlatmak önemlidir. Onun felsefesi, bilinçaltındaki davranışsal güdüleri ve arketiplerin ortaya çıkması ile birlikte onların kontrol edilmesini amaçlar. Buna göre bazı durumlarda arketipler geçmişten gelebilmektedir.

Arketipler, atalarımızın yaşamları boyunca tecrübe ettiği davranışsal güdülerin nesiller boyu aktarılması olarak tanımlanır. Bu aktarımlar genellikle çocukluk çağlarında ebeveynler tarafından yapılır. Örneğin, “büyük büyük dedem şöyle bir insandı ki, çok iyi avcıydı. Attığını vururdu” gibi aktarımlardır. Onları çocuklara övgü ile anlatan hikayelerdir. Ya da destansı hikayelerdir. Çocuklar bu hikayeleri dinleyerek bilinçaltına kaydederler. Büyüme çağında benzer olaylar ile karşılaştığında, arketipler aklına gelir. Benzer olaylarda “benim dedem de böyleymiş” diyerek gururlanmaya başlar. Hatta bunları çevresindekilere gururlanarak anlatırlar. Bu tip yaklaşımlar ise arketiplerin tetiklediği davranışsal güdüler olarak betimlenir. Yani sıralama dikkat edildiğinde, arketipler ve travmalar bilinçaltında depolanır. Günü geldiğinde davranışsal güdü olarak ortaya çıkarlar.

Bilinçaltı aslında arketiplerin çok kötü anılarını ve anlarını taze tutar. Genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve kötü davranışların veri merkezi gibidir. Bir olgu ile karşılaşıldığında bilinçaltı hemen bu tür bir bilginin analizini yapar ve korunma güdüsünü devreye sokar. Psikoloji işte bu noktada davranışsal olarak öne çıkar. Bilinçaltı arketipler aslında nasıl bir davranış sergileneceğini belirler.

Jung ile Tanışmak Maske
Jung Felsefesi

 Jung’un çocukluğu

Carl Gustav Jung 1875 yılında İsviçre’nin Kesswil eyaletinde dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğu hayatını kaybettiği için Jung el üstünde tutularak büyütüldü. Çocukluğu başarısız bir evliliği devam ettirmeye çalışan ailede geçti.

Jung ile Tanışmak
Jung ile Tanışmak

Anne babanın bitmek bilmeyen kavgalarından kurtulmak için çatı katında kendi yaşam alanını yarattı. Orada kendi yaptığı tahta bir bebek ve karmaşık rüyalarla baş başa kalıyordu. Anne ve babasının kavgalarından kaçıp uzaklaşmak istiyordu. Okul döneminin başlarında sık sık bayılma nöbetleri geçirmeye başlamıştı. Doktoru Jung’a Epilepsi teşhisi koydu. Ancak Jung’u bu krizlere bilinçaltı sokuyordu. Bunun nedeni ise tamamen aile içindeki huzursuzluğa bir şekilde tepki göstermekti. Rahatsızlandığında ise ailesinin kavgayı bırakıp onunla ilgilenmelerini amaçlıyordu. Böyle davrandığın zamanlarda evdeki huzursuzluğun azalacağını düşünüyordu.

Diğer yandan ailesinin ve akrabalarının dine olan yakınlıkları sebebiyle Jung çok erken yaşta din ile tanıştı. Ancak babası pek dini olgulara inanmıyordu. Yine de akrabalarının baskısı onu dine yönlenmesine neden oldu. Her ne kadar dine yönlendirilse de Jung, hızla dini ortamlardan uzaklaşmayı bildi.

Babasıyla aralarında pek yakınlık olmasa da onu hayatın her alanında pasif olarak görüyordu. Babası onun kafasında yarattığı güçlü ve başarılı baba figüründen oldukça uzaktı. Jung’a göre evin otoritesi annesiydi. Ama annesiyle de hiçbir zaman anne oğul ilişkisinde olmadı. Jung yıllarca bir tür “yanlış zigot” sendromuna maruz kaldı.

Hayatının neredeyse tamamında çalıştı. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile hayatını birleştirdi. 6 Haziran 1961 de aramızdan ayrıldı.

Eğitim hayatı

Jung filoloji ve edebiyata o kadar çok ilgiliydi ki 6 yaşında Latince öğrenmeye başladı. Hatta pek çok modern Avrupa dilini de öğreniyordu. Bunların yanı sıra eski Hint kutsal dili olan Sanskritçeyi de öğrenmeye başladı.

Babasının “ne yaparsan yap fakat din adamı olma” tavsiyesi üzerine aile geleneğini bozup arkeoloji okumaya karar verdi. Arkeoloji eğitimini aldığı yıllarda Jung, Arthur Schopenhauer ile tanıştı ve onun kitaplarını okumaya başladı. Schopenhauer’ın kitaplarından etkilenerek felsefe eğitimi almaya karar verdi. Daha sonraları da tıp okuyarak uzmanlık alanı olarak psikiyatri’yi seçti ve bu alanda çalışmaya başladı.

Burghoeltzli Akıl Hastanesinde bir süre görev yaptı. Jung, burada şizofreni uzmanı ve şizofreninin isim babası Eugene Bleuler’a asistanlık yaptı. Bleuler in bilgi ve tecrübesinden etkilenerek analitik felsefe alanında araştırmalar yapmaya başladı. Böylece akıl hastalarının bilinçaltında yatan travmaları gün yüzüne çıkartmayı amaçlıyordu. Bu çalışmalarla bilinçaltı arketiplerini tespit eden Jung, akıl hastalarının davranışsal güdülerin etki ve tepkilerini gözlemlemiştir.

Okült etkilerin psikoloji ve patolojiyle bağlantıları konusunda tezini tamamladı. 1902 yılında doktorasını bitirdi.

Freud ile tanışması

Sigmund Freud’un “Düşlerin Yorumu” kitabını okuduktan sonra Freud’un düşüncelerini kendine yakın buldu. Psikanalize ilgi duymaya başladı.

Freud’a ve çalışmalarına olan merakı onunla mektuplaşmaya yönlendirdi. Sigmund Freud ile Jung 1907 yılında tanıştı. Jung’dan 20 yaş büyük olan Freud eksik olan baba figürünü tamamlamıştı. İkili arasındaki baba-oğul ilişkisi o kadar güçlüydü ki Freud Jung’u düşüncelerimin varisi diye tanımladı. Ortak çalışmaya başlayan Jung ve Freud hemen her konuda fikir birliği içinde oldular. Uluslararası Psikanaliz Birliği’nin ilk başkanı oldu. Jung Psikolojik analizlerinde astrolojiden de yararlanarak bir ilke imza attı. Sigmund Freud ile beraber yaptığı “toplumsal bilinçaltı kavramı” psikoloji ve bilim çevrelerinde oldukça ilgi gördü. Ancak Amerika’ya yaptıkları bir seyahatte “karşı cinslerin anlamsızlığı” konusunda fikir çatışması oldu. Bu çatışma da iki dostun arasının açılmasına neden oldu. “Karşı cinslerin anlamsızlığı” başlı başına bir yazı konusu olduğu için başka bir yazıda anlatacağım.

Jung felsefesi içindeki görüşler

Jung’un arketipler ve kolektif bilinçaltı görüşleri ile psikoloji yeni bir bakış açısı kazanmıştır. Görüşleri derinlemesine incelendiğinde analitik psikoloji evrim, biyoloji, sinirbilimi ile yakından ilgili olduğunu görürüz.

Evrimsel psikolojinin tanımı,

  • algı,
  • bellek,
  • dil gibi psikolojik özelliklerin günümüz evrimsel bakış açısına göre yorumlanan psikoloji dalıdır.

Analitik psikolojide psişe

Analitik psikolojide ruh (psişe) üç bölümden oluşur.

  • Ego
  • Kişisel bilinçaltı
  • Kolektif bilinçaltı

Kişisel bilinçaltı ve ego dolaylı yoldan benzerlik taşırlar ve ortak çalışır. Bilinç alanın odağıdır ve süreklilik kimliğine sahiptir. Kişisel bilinçaltı ise kişinin hayatında unutmak istediği anlardan oluşur. Ancak bu pek mümkün değildir. Bunun nedeni ise, travmaya bağlı hafızadaki kötü kayıtların bulunması olduğunu belirtmiştik. Kolektif bilinçaltı ise kişisel bilinçaltının zıddıdır.

Tüm insanların ortak noktası kolektif bilinçaltındaki arketiplerin rolü büyüktür. Hiç görmediğimiz bir hayvandan korkmak bize arketiplerimizin aktardığı psişedir. İnsanların yılandan korkması gerektiği arketipler sayesinde öğrenilmiştir. Buna benzer pek çok arketip vardır. Bunlardan bir kaçı anima ve animus, persona ve gölge ile birlikte kendilik psikolojisidir.

Jung’un miras bıraktığı kitapları

Carl Gustav Jung bizlere miras olarak 30 a yakın kitap bırakmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır;

  • Psikiyatri Araştırmaları
  • Psikoloji ve Din
  • Anılar, Düşler, Düşünceler
  • İnsan Ruhuna Yöneliş
  • İnsan ve Sembolleri
  • Kırmızı Kitap
  • Keşfedilmemiş Benlik
  • Çocuk Rüyaları
  • Rüya Analizleri
  • Rüyalar
  • Analitik Psikoloji
  • Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri
  • Psikoterapi Pratiği
  • İnsan Ruhuna Yöneliş
  • Psikolojide Tipler
  • Doğu Metinlerine Psikolojik Yaklaşım
  • Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme
  • Freud ve Psikanaliz
  • Gökte Görülen Cisimler Üzerine Bir Mit
  • Dört Arketip
  • Psikoloji ve Felsefe & Zofingia Dersleri
  • Kundalini Yoga Psikolojisi
  • Kişiliğin Gelişimi
  • Kişiliğin Oluşumu ve Sorunları
  • Maskülen & Erilliğin Farklı Yüzleri
  • Feminen & Dişilliğin Farklı Yüzleri
  • Ruh & İnsan, Sanat, Edebiyat
  • Jung Psikolojisi
  • Eşzamanlık: Nedensellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke

Sonuç

Bu yazıyı hazırlamaya Jung’un Persona ve Gölge kavramını araştırırken karar verdim. Okuyup araştırdıkça Jung’a olan saygım ve hayranlığımın katlanarak arttığını hissettim.

Bana göre Carl Gustav Jung bir okyanus ve ben o okyanustan sadece bir avuç su alabildiğimi düşünüyorum. Bu da Jung felsefesi ile ilgili yazıların devamı gelecek anlamına geliyor.

Benzer Gönderiler