19. yüzyılın sonlarına doğru, Batı dünyası sanayi devriminin getirdiği yeniliklerle hızla şekillenirken, Kuzey Amerika’nın uçsuz bucaksız topraklarında çok daha sessiz bir savaş yaşanıyordu. Bu savaş ne meydanlarda kan dökülen bir çatışmaydı ne de devletlerarası bir diplomasi mücadelesiydi. Sessiz Çığlıklar olarak anılabilecek bu mücadele, yok edilmesi gereken bir “sorun” olarak görülen Kızılderili halkının kültürel ve toplumsal kimliğine karşı başlatılmış bir savaştı. Batılı hükümetler, yerli halkları “medenileştirme” adı altında kendi kültürel yapılarına entegre etme girişimlerinde bulunurken, asıl amaç, onları köklerinden koparmak ve tarih sahnesinden silmekti.

1876 yılında çıkarılan Kızılderili Yasası ve ardından Kanada hükümetinin kiliselerle ortaklaşa yürüttüğü projeler, bu sistematik asimilasyon politikasını hızlandırdı. Yerli halkların dilini, dinini ve geleneklerini “barbarca” olarak gören bu zihniyet, toplulukların öz benliklerini hedef alıyordu. Bu dönemde, özellikle çocuklar bu planların merkezine yerleştirilmiştir. Onların genç ve şekillenmeye açık zihinleri, devletin ve kilisenin elinde birer “dönüşüm aracı” olarak kullanılacaktır.

Yatılı okullar işte tam da bu dönemde kurulmuştur. Yerli ailelerden zorla koparılan binlerce çocuk, kültürel miraslarından soyutlanıp okul denilen bu yapılara yerleştirilmiştir. Amaçları çocuklara eğitim vermek değildi. Onlara ait olan her şeyi unutturmak ve onları Batı değerleriyle “yeniden inşa etmekti”. Köklerinden koparılan bu masum ruhlar, “medeniyet projesi”nin denekleri haline getirilmiştir.

Günümüzde St. Joseph yatılı okulu bu karanlık tarihin utanç verici sembollerinden biri olarak hafızalara kazınmıştır. 1800’lerin sonunda Kanada’nın Kamploos bölgesinde kurulan bu okul, yalnızca kültürel asimilasyonun değil, aynı zamanda insanlık dışı istismarların bir sahnesi oldu. Çocukların yaşadığı korku, travma ve maruz kaldıkları fiziksel ve ruhsal şiddet onlarca yıl boyunca sessizlikle örtülmüştür.

Yaşanan dehşet, çok büyük bir sorunun yalnızca küçük bir parçasıydı. Kutsalın Gölgesinde başlıklı devam yazımızda, diğer yatılı din eğitimi veren kurumlardaki benzer olayları ele alacağız. Bu sistemlerin ve bireylerin psikolojilerindeki bozuklukların nedenlerini inceleyeceğiz.

Sessiz Çığlıklar
Sessiz Çığlıklar

Sessiz Çığlıklar Altında Yaşanan Asimilasyonun Öyküsü

St. Joseph Yatılı Okulu, Kanada hükümeti ile Katolik Kilisesi arasında yapılan bir işbirliğinin ürünüydü. Bu okullar, Kızılderili topluluklarını “medenileştirmek” amacıyla kurulmuştu. Bu okullara gönderilen çocuklar, ailelerinden zorla alınmaktaydı. Özellikle saçlarının kesilmesi, kültürel kimliklerini kaybetmelerine yönelik bir uygulama olarak dikkat çekmekteydi. Kızılderili kültüründe saç, bireyin kimliğinin ve toplumsal aidiyetinin önemli bir parçası olarak görülmekteydi. Saçlarının kesilmesi, bir utanç ve kayıp simgesi olarak algılanmaktaydı. Bu şekilde, çocuklara kim olduklarının değersiz olduğu açıkça hissettirilmekteydi. Ayrıca, çocukların kendi dillerini konuşmaları da kesinlikle yasaklanmaktaydı. Tüm bunların ötesinde, dinlerini unutmaya ve değiştirmeye zorlanmaları ise en büyük travmaydı.

Bu asimilasyon süreci, bir nesli köklerinden kopararak psikolojik travmaların çok boyutlu etkilerine yol açtı. Böylece sistemde, çocukların bireysel varlıkları önemsizleştirilip, duygusal acıları görmezden gelinmekteydi. Bununla birlikte çocuklar, sevgi ve merhametten uzak bir ortamda hayatta kalmaya çalışıyordu.

Karanlığın Derinlikleri: Mezarlarda Saklanan Gerçekler

Kamloops’ta bulunan isimsiz mezarlar, St. Joseph gibi okullarda yaşanan korkunç gerçeklerin sembolü haline geldi. Bu mezarlar, okullarda yaşanan şiddetin fiziksel kanıtlarını oluştururken, çocukların kaybolmalarına dair söylentilerin de doğruluğunu kanıtladı. Bu yaşananların ardından yaşamını yitiren çocukların hikayeleri, Kanada’nın toplumsal vicdanında derin izler bıraktı.

Bulunan mezarların ardından, yerli toplulukların liderleri ve hayatta kalanlar bu sistemle yüzleşmeye başladı. Hayatta kalan çocuklar, yaşadıkları travmaları anlatmaya başlayarak toplumsal farkındalığı artırdı. Ancak bu hikayeler, bireysel bir iyileşme süreci olmasının ötesinde, kurumsal sorumluluğun da sorgulanmasını gerekli kıldı.

Yıllarca Susturulan Sesler: İyileşme Mücadelesi

St. Joseph Yatılı Okulu, hayatta kalanların tanıklıkları ve toplumsal hesaplaşma süreciyle birlikte Kanada’nın karanlık bir gerçeğiyle yüzleşmesine olanak tanıdı. Bu süreç, sadece toplumsal değil, aynı zamanda bireysel bir iyileşme yolculuğunun da kapısını araladı.

Hayatta kalanların tanıklıkları, sistematik bir istismarın onlar üzerinde ne kadar derin izler bıraktığını göstermektedir. Bu iyileşme sürecinin bir parçası olarak hakikat komisyonları ve resmi özür dilemeler devreye girdi. Ancak bu, yaraların tamamen kapanması için yeterli olmadı. Yerli topluluklar hala kolektif hafızalara kazınan bu travmaları taşımaktadır.

St. Joseph Yatılı Okulu’nda yaşananlar, Kanada tarihinin unutulmaması gereken bir bölümünü oluşturuyor. Sessiz çığlıkların yankılandığı bu karanlık hikaye, adalet ve hakikat arayışının önemini bir kez daha hatırlatıyor. Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismarların birey üzerindeki psikolojik etkileri “Evdeki Gizli Tehdit” başlıklı yazımızda da detaylıca ele alınmıştır.

Bu istismarların toplumda yarattığı yıkım üzerine daha fazla bilgiyi UNICEF’in Çocuk Koruma Programı sayfasında bulabilirsiniz.

Benzer Gönderiler