Kutsal olanın gölgesinde şekillenen karanlık bir sistem, insanlık tarihinin en utanç verici gerçeklerinden birini ortaya koyuyor. Kutsalın Gölgesinde, yalnızca bireylerin değil, toplulukların kimliklerini hedef alan bu sistemin ardındaki düzeni ve yarattığı trajedileri anlamamıza yardımcı oluyor. Sessiz Çığlıklar yazısında ele alınan St. Joseph Yatılı Okulu, bu sistemin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Ancak bu trajediler, yalnızca bir okulla sınırlı kalmadı. Dünyanın farklı coğrafyalarında da benzer yapılar aynı yıkıcı izleri bıraktı.
Bu yazıda, kutsal amaçlar uğruna işlenen bu sistematik istismarların, bireyler ve toplumlar üzerindeki yıkıcı etkilerini derinlemesine inceleyeceğiz. İnancın ve otoritenin iç içe geçtiği bu yapılar, yalnızca mağdurları değil, sistemi var eden bireylerin psikolojilerini de çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Kutsalın Gölgesinde Yatan Bir Sistem: Din ve Otorite
Din eğitimi adı altında yatılı okullardaki çocukları “kutsalın gölgesinde” istismar
Din temelli yatılı okullar, çoğu zaman inancı yayma, çocukları disipline etme ve topluma ‘doğru’ bireyler kazandırma misyonlarıyla yola çıkar. Ancak bu okulların birçoğu, güç dengesinin otorite lehine aşırı bir şekilde kaydığı yapılar haline gelmiştir.
Kanada’daki yatılı okullarda, yerli çocukları (Kızılderili çocuklarını) asimile etmek ve kültürlerini yok etmek amacıyla başlatılan eğitim projeleri bunun en somut örneğidir. Kilisenin kontrolündeki bu okullarda, çocuklar sadece fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmamış, aynı zamanda köklerinden koparılarak kimliksizleştirilmiştir. Bu kimliksizleştirme, çocukların saçlarının kesilmesiyle başlıyordu. Kızılderili kültüründe saç, bireyin geçmişine, ailesine ve topluluğuna olan bağını simgeliyordu. Saçlarının kesilmesi, yalnızca bir fiziksel müdahale değil, aidiyet duygularını hedef alan derin bir semboldü. Bu bağın koparılması, çocukların sadece dış görünüşlerini değil, ruhlarındaki aidiyet duygusunu da paramparça ediyordu. Bunun yanı sıra, kendi dillerini konuşmaları kesinlikle yasaklanıyor, dinlerini unutmaya ve değiştirmeye zorlanıyorlardı. Tüm bu uygulamalar sonucunda yüzlerce yerli çocuk kaybolmuş ya da toplu mezarlara gömülmüştür.
Öte yandan, bazı İslam ülkelerinde medreselerde verilen dini eğitimler de benzer bir baskıyı ve istismarcı yaklaşımları barındırmaktadır. İtaat ve disiplinin kutsallaştırıldığı bu yapılarda, bireysel hak ve özgürlükler genellikle hiçe sayılmıştır. Böylece çocukların gelişimsel ve duygusal ihtiyaçları göz ardı edilmiştir. Din adına uygulanan bu baskının uzun vadede bireyler üzerindeki travmatik etkileri, ciddi şekilde gözlemlenmektedir. Bazı Ortadoğu ülkelerinde ise bu düzen “Tarikat” adı altında devam etmektedir. Sistematik zorbalık ve yobazlıkla eğitilen çocuklar genellikle aynı sistemin içinden gelen ebeveynleri de karşımıza çıkarmaktadır. Evdeki gizli tehdit olarak cehalet ve yobazlığın pençesinde yetişmiş çocuklar olmasıdır.
Karanlık Hikayeler: Mağdur Çocukların Sessiz Çığlıkları
Dini eğitim verilen yatılı okullardan kurtulan çocukların hikayeleri, bu sistemin çarpıklığını açığa çıkarmaktadır. Birçok eski öğrenci, yıllarca susturulmuş ve bu travmaların etkilerini yaşam boyu taşımıştır. Bu süreçte istismar ve tecavüzlere maruz kalmış çocukların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Kanada’da hayatta kalan yerli çocuklardan biri, okulda bir gece kaybolan arkadaşının geri dönmediğini, ancak o çocuğun adına bahçeye dikilmiş bir ağaçla karşılaştığını anlatmıştır. Bu durum, kurbanların yıllar sonra bile yaşananlarla ilgili net bir kapanış yapamamalarına neden olmuştur. Bir diğer çarpıcı olay ise bir rahibin yerli bir kız çocuğuna tecavüz etmesi ve onu hamile bırakmasını anlatmaktadır. Yatılı okulda çocuğunu dünyaya getirmek ve onu büyütmek zorunda kalan kız çocuğunun hikayesi oldukça dramatiktir.
Benzer şekilde, medrese sistemi içerisinde yetişen bireyler de otoriter ve baskıcı bir ortamda yaşadıklarını anlatmışlardır. Eleştirinin ve sorgulamanın tamamen yasaklandığı bir sistemde yetiştirildiklerini belirtmişlerdir. Bu bireylerin birçoğu, yaşadıkları sorunları yıllar sonra sistemden ayrılabildiklerinde dile getirebilmişlerdir. Şimdi ise bu psikolojiden kurtulup kendi yaşamlarını yeniden inşa etmenin yollarını aramaktadırlar.
Sistematik Sorunların Kaynağı: Güç ve Denetimsizlik
Dini eğitim veren yatılı kurumlarda yaşanan bu sorunların kökleri, otoritenin kötüye kullanılması ve sistematik denetimsizliğe dayanmaktadır. Bu okullar, genellikle dış denetime kapalıdır ve iç işleyişleri büyük ölçüde gizlilikle yürütülmektedir. Çocukların haklarını savunacak mekanizmaların eksikliği, istismarın yayılmasına zemin hazırlamaktadır.
Birçok dini kurumda otorite figürleri, kutsal bir statüye sahiptir ve sorgulanmaları neredeyse imkansızdır. Bu durum, çocukların yaşadıkları istismarı ifade etmesini engellerken, faillerin de sorumlu tutulmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin, Kanada’daki yerli yatılı okullarda yaşananlar, kilisenin ve devletin iş birliğiyle uzun yıllar sürmüştür.
Benzer şekilde, medreselerdeki eğitim sistemi de sorgulamaya kapalı bir yapı sergiler. Eğitimciler ve yöneticiler, çoğunlukla sorgulanamaz bir otoriteye sahiptir. Bu durum, çocukların yalnızca fiziksel değil, zihinsel olarak da baskı altına alınmasına neden olur. Mevcut otoritenin susması, o sistemin içinde yetişmesinin etkisine dayanmaktadır. Bu suskunluk onun da aynı sistematik istismar ve zorbalıklardan geçtiğini işaret eder.
Şeffaflık ve Çocuk Hakları
Dini eğitim sistemlerinin reforme edilmesi, bu sorunların çözümü için hayati bir öneme sahiptir. Öncelikle, bu kurumların dış denetime açık hale getirilmesi gerekmektedir. Bağımsız denetim mekanizmaları, çocuk haklarının ihlal edilmesini engellemede önemli bir rol oynayacaktır.
Ayrıca, çocukların haklarını ve güvenliklerini koruyacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemeler de etkili bir şekilde uygulanmalıdır. Eğitimcilere yönelik kapsamlı bir etik eğitimi verilmesi gerekmektedir. Ayrıca çocuklarla çalışan personelin sürekli olarak değerlendirilmesi de alınacak önlemler arasındadır.
Bu tür sistematik istismarlar, yalnızca bireysel psikolojiyi değil, toplumsal hafızayı da etkiler. Bu etkinin bireyler üzerindeki yansımasını, özellikle travmanın nesiller boyunca aktarımıyla ilgilidir. Bu kaynakları World Health Organization (WHO) gibi kuruluşların çalışmalarında da görebilirsiniz.