O kadar alışmışızdır ki başkalarının ilgisine, sevgisine.. Kendimize, öze sevgi, ilgi şefkat, yani özşefkat nedir bilmeyiz. Ve karşılık bulamayan her çaba, zamanla daha da kırıcı hâle gelir. İşte o zaman, kontrolsüz ve yoğun bir tepki belirir. Bazen birinin davranışını anlamlandıramazsın. Aşırı ilgi, fazlaca duygusal tepkiler, dozunu aşmış bir iyilik hâli… Sonra bir anda aynı kişinin uzaklaştığını, kırıldığını, hatta öfkelendiğini görürsün. “Ne oldu şimdi?” dersin. Ama sonra fark edersin ki o hâller tanıdıktır. Belki de kendinden…

Görülmediğini düşünen insan, görünmek için abartır. Ve bu abartı çoğu zaman bilinçli bir tercih değil, içten gelen bir savunma mekanizmasıdır. “Ben de buradayım!” demenin yolu olur kimi zaman fazla sevilmek, kimi zaman aşırı kırılmak. Çocukken de böyle değil miydik? İlgi görmeyince önce sessiz kalırdık, sonra sessizce ağlardık, baktık olmuyor hıçkırıklarla boğulurduk, ta ki birileri bizi görüp ilgilenene kadar. Büyüyünce sadece yöntemler değişti. Kimi, ilgiyi abartarak kazanacağını sanır; kimi, en üzgün olduğunda duyulacağını düşünür. Ama bazen, görülme arzusu bizi kendimize bile yabancılaştırır.

Tepki Bağımlılığına Dönüşen Yaşamlar

Kendi duygularını anlamaya çalışmak, iç sesini duyabilmek ve dışarıdan gelecek onaylara ihtiyaç duymadan var olabilmek. Çünkü artık sadece hissetmiyoruz, sahneye çıkıyoruz. Bunun bir kişilik zayıflığı olmadığını fark etmek gerek. Çünkü bu, sistemin, toplumun ve aile yapılarımızın bize küçük yaşlardan itibaren öğrettiği bir şey var, “onaylanmak..” Çoğumuz “Aferin” almak için “iyi” çocuk olduk. Takdir görmek için “başarılı“, olmalıydık, sevilmek için “güzel” görünmeliydik. Zamanla dış dünyanın tepkileri, iç sesimizin yerini aldı.

Ne zaman bir şey başarsak gözümüz çevremizdedir. “Kim beğenecek? Kaç kişi alkışlayacak? Kaç yorum gelecek?” O an sahnedeyizdir. Ve her gün bir oyun oynarız fark etmeden. Ne giydiğimizden nasıl güldüğümüze kadar bir kurgu içinde yaşarız.

Ama en zoru şudur:
“Sahneye alışan kişi, sahneden inmekte zorlanır.”

Özşefkat: Sahnenin Ötesinde Bir Alan

Ben de çok çıktım o sahneye. Alkışlandım da, ıslıklandım da. Ama sonunda yorgun düştüm. Çünkü her gösterinin bir bedeli var. İçimde hâlâ fark edilmek isteyen bir çocuk var. Fakat o çocuk artık büyümek istiyor.

Ve işte orada tanıştım özşefkatle. Kendime, “Olduğun gibi iyisin.” demeyi öğrenmeye başladım. Başkalarından beklediğim sevgiyi, ilgiyi ve onayı kendime göstermeyi denedim. Hâlâ öğreniyorum, kolay değil. Ama samimi. Ve en önemlisi: İyileştirici.

Artık biri beni anlamadığında eskisi kadar kırılmıyorum. Kendimi anlamaya çalışıyorum. Takdir görmediğimde hemen yetersiz hissetmiyorum. Kimseyi mutlu etmek için çabalamıyorum. Çünkü mutluluğun kişisel bir duygu olduğunu biliyorum. Görülme bağımlısı değilim. Elbette birilerinin farkında olmak hoş bir duygu ama artık bunu sahneye çıkarak değil, içime bakarak karşılamayı deniyorum.

Fazlalığın Yarattığı Değersizlik

Bugün her anı kaydediyoruz; yüzlerce fotoğraf çekiyoruz ama bir tanesini bile bastırmıyoruz. Binlerce kelime yazıyoruz, ama çoğuna bir daha hiç dönüp bakmıyoruz. Her şey çoğaldıkça, anlam azalıyor. Her şey arttıkça, değer kayboluyor. Tıpkı hislerimiz gibi… Bir duyguyu tekrar tekrar yaşadığında, o ilk andaki içtenliği yitiriyor. Tıpkı insan ilişkileri gibi…

Sınırlar bulanıklaştığında, denge bozulduğunda, artık içerik değil, sadece “tepki” önemli hâle geliyor. Birinin ne söylediği değil, nasıl bir etki bıraktığı konuşuluyor. Samimiyet yerini gösteriye, derinlik yerini gürültüye bırakıyor. Ama ben artık sahneden iniyorum. Görülmek için değil, “gerçekten hissetmek için” yaşıyorum. Tepki almak için değil, “anlam kurmak ve yürekten paylaşmak için” konuşuyorum. Çünkü bazen bir adım geri çekilmek, kendine en çok yaklaştığın yer olabilir. Ve belki de en kıymetli iz, hiç fark edilmeden bırakılan izdir.

Yolculuğun Pusulası: Özşefkat

Belki de hepimizin en çok ihtiyaç duyduğu şey bu: Olduğumuz hâlimizle kabul görmek. Maskesiz, süssüz, rol yapmadan. Görünmek için değil, var olmak için sevilmek. Ama bu ihtiyacı önce başkasından değil, “kendi içimizden” karşılamayı öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü içten gelen sevgi, en sağlam zemindir.

Kendimizi olduğumuz gibi görebildiğimizde, dışarıdan gelen yargılar da, alkışlar da anlamını yitirir.
İç sesimizi bastırmak yerine dinlemeyi seçtiğimizde, sahneye çıkma telaşı yerini içsel bir huzura bırakır. Ve zamanla anlarız ki, en derin bağlar en sessiz yerlerde kurulur. Kimsenin bizi görmediği, ama bizim kendimizi fark ettiğimiz o sessiz alanlarda…

Bu yolculuk kolay değil, ama gerçek. Ve özşefkat, bu yolculuğun hem pusulası, hem de varış noktası. Çünkü insan, kendini gerçekten sevdiğinde, artık “görülmek” için çabalamaz; zaten vardır. Ve bu yeterlidir.

Benzer Gönderiler