Kayıp Eller ve o ellerin sahiplerinin acı dolu hikayesi. Tarih bazen öyle sessiz bir şekilde yazılır ki, üzerinden yüzyıllar geçer. Ve bazen yazılanların üzerini kalın bir toz tabakası kaplar, ya da bilerek yok edilir. Oysa o tarih, milyonlarca insanın hayatta kalıp kalamamasıyla, bir ülkenin hâlâ neden ayağa kalkamadığıyla, kolektif bir hafızayla yazılmıştır. Belçika Kralı II. Léopold’un 1885–1908 arasında şahsi malı olarak yönettiği Kongo Özgür Devleti de işte böyle bir kara sayfa. Ve bu sayfa, yalnızca kitaplarda değil, kesilmiş ellerde, suskun ailelerde ve gömülemeyen acılarda hâlâ açık duruyor.
Kayıp Eller ve o ellerin sahiplerinin acı dolu hikayesi “Medeniyet” Maskesiyle Gelen Vahşet
Kral Léopold, Afrika’nın ortasında devasa bir coğrafyayı “medeniyet getirme” bahanesiyle özel mülk ilan ettiğinde aslında ne dini ne de ilerlemeyi temsil ediyordu. Onun temsil ettiği şey, ham maddeye, güce ve kana susamış bir sistemdi. Kauçuk üretimi, dünyanın gözünü döndürmüştü. Ama bu üretim için yerli halkın elleri gerekiyordu — kelimenin tam anlamıyla.
Force Publique adlı askeri birlikler, çalışmayan ya da kotaları dolduramayan köylüleri öldürüyor, sonra da “bir mermi, bir el” mantığıyla, ölü kanıtı olarak onların ellerini topluyordu. Bu uygulama öyle yaygındı ki, eller bazen meydanlarda sergileniyordu. Tahminler, 10 milyona yakın Kongolunun bu dönemde açlık, hastalık, işkence ya da doğrudan öldürülerek hayatını kaybettiğini söylüyor. Dönemin gazetecisi E.D. Morel ve diplomat Roger Casement bu süreci, hiç tereddüt etmeden “planlı ve sistemli bir kıyım” olarak tanımlamıştı. Peki dünya ne yaptı? Uzunca bir süre… izledi.
Devlet Devraldı, Zulüm Şekil Değiştirdi
1908’de, gelen uluslararası baskılar sonunda Belçika devleti Kongo’yu resmen devraldı. “Artık işler değişiyor” umudu vardı belki ama sömürge mantığı değişmemişti. Zorla çalıştırma, eğitimsizlik, siyasi temsilden yoksun bırakma… hepsi devam etti. Kongo’nun zenginlikleri Avrupa’ya akarken, halk hâlâ kendi topraklarında ikinci sınıf vatandaş gibi yaşıyordu.
Kayıp Eller ve o ellerin sahipleri : Metis Çocuklar Sessiz Bir Asimilasyon Politikası
1950’lere gelindiğinde, bu kez farklı ama aynı derecede acımasız bir politika yürürlüğe kondu. Belçikalı askerlerden ya da memurlardan doğan metis çocuklar, ailelerinden zorla koparılıp Katolik misyonlara yerleştirilmiştir. Böylece beyaz kültüre asimile edilmeleri amaçlanmaktaydı.
2024’te Belçika Anayasa Mahkemesi bu uygulamayı insanlığa karşı suç olarak tanımladı. Dava açan kadınlar, yıllar sonra sembolik de olsa tazminat aldı.
Kimi zaman Hitler’in adı, insanlık tarihinin en karanlık sayfası olarak anılmaktadır. Ama Kral II. Léopold’un Kongo’daki uygulamaları da en az onunki kadar karanlıktı. Üstelik bu kıyım, uzun yıllar boyunca dünyanın gözleri önünde, neredeyse hiçbir hesap sorulmadan sürdü.
Bugün Bu Mirasla Ne Yapıyoruz?
Artık bu tarih sadece akademik makalelerde kalmıyor. Belçika sokaklarında Léopold’un heykelleri önünde protestolar yapılıyor, bazıları kaldırılıyor. Black Lives Matter sonrası, Belçika sömürge geçmişiyle yüzleşmeye davet edilmiştir. Ama resmî özür, ciddi bir tazminat ya da net bir yüzleşme hâlâ yok.
Kongo’da bu geçmişin izleri sadece tarih kitaplarında değil; eğitimsizlikte, altyapı eksikliğinde, ekonomik bağımlılıkta da yaşıyor. Kral Léopold’un gölgesi hâlâ orada, silinmemiş. Bu yüzden bu hikâyeyi anlatmak, sadece geçmişi değil, bugünü ve geleceği de anlamak için önemli.
Unutmamak, yazmakla başlar. Çünkü bazı hikâyeler yazılmazsa, suskunluk bile suça ortak olur.