1943 yazı… Auschwitz toplama kampının paslı demir kapısında hâlâ alaycı bir netlikle “Arbeit Macht Frei” “Çalışmak Özgürleştirir” yazıyordu. Oysa bu kapıdan giren hiçbir mahkûm özgürleşmeyecekti. Çünkü içeride ölüm, soğukkanlı bir düzen içinde işlemekteydi. Sistemli, hesaplı ve tıbbi görünümlü bir mekanizma gibi. İşte bu mekanizmanın kalbinde, beyaz önlüğüyle koridorlarda dolaşan bir figür vardı. Tıbbın arkasına saklanan karanlık bir suret. Onun adı Josef Mengele’ydi. Nazi Almanyası’nın Holokost adıyla anılan sistematik imha politikasının en soğukkanlı uygulayıcılarından biri. “Auschwitz Meleği” olarak anılan bu adam, insan bedenini deney tahtasına dönüştüren tıbbi dehşetin simgesine dönüşecekti.

Holokost: Yahudi Soykırımı, Nazi Almanyası’nın 1941-1945 yılları arasında sistematik olarak gerçekleştirdiği bir insanlık suçudur. Adolf Hitler’in liderliğinde yürütülen bu soykırım, yaklaşık altı milyon Yahudi’nin katledilmesiyle sonuçlanmıştır. Bununla birlikte, Romanlar, engelliler, eşcinseller ve rejim karşıtı gruplar da hedef alınmıştır. Nazi ideolojisine uygun saf bir ırk olan “Aryan ırkı” yaratma amacıyla yürütülen bu sistematik yok etme politikası, insanlık tarihinin en organize ve soğukkanlı kitlesel cinayetlerinden biri olarak kabul edilir.

Dışarıdan bakıldığında yakışıklı, düzgün konuşan, eğitimli bir adam… Münih Üniversitesi’nde tıp ve felsefe eğitimi almış, doktora tezi yazmış, entelektüel bir Alman. Ama bu görüntünün ardında yatan şey, tıbbın karanlıkla kurduğu en tehlikeli iş birliklerinden birine dair bir ibret hikayesidir. Mengele, Nazi ideolojisinin “saf ırk” ütopyasını gerçekleştirmek için insanları birer denek, birer istatistik, birer “eksik gen örneği” olarak gören hastalıklı bir bakış açısının canlı temsilcisidir.

Kampın Beyaz Önlüklü Celladı: Auschwitz Meleği

Her gün Auschwitz’in demir raylarında bir tren durur. İçinden indirilen insanlar, bir çizgiye dizilir. İnsanlar korku ve merakla geçer çizginin sırasına, çünkü henüz bilmedikleri bir seçim yapılacaktır. Sağ mı, sol mu? Birkaç saniyelik bir el hareketiyle, yaşamla ölüm ayrılır.

Bu kararı veren kişi çoğu zaman aynıydı: Josef Mengele. Beyaz önlüğüyle, neredeyse kibar bir ifadeyle yaklaşıp insanları ikiye ayırırdı. Kim çalışabilecek durumdaydı, kim hemen gaz odasına gönderilmeliydi? Mengele, gülümseyerek, insanları sağa ve sola ayırırdı. Oysa o kararsız el işareti, bir insanın birkaç saat sonra ölüp ölmeyeceğini belirliyordu.

Aslında onun asıl “ilgi alanı”, hayatta kalanlardı. Özellikle de ikiz çocuklar. Bu çocuklar onun için birer bilimsel hazineydi. Çünkü ikizlerin üzerindeki deneyler, Nazi Almanyası’nın “genetik saflık” hedefi doğrultusunda büyük önem taşıyordu. Mengele’nin laboratuvarında göz rengi değiştirmek için iris enjeksiyonları yapılırdı. Kollar dondurulup çözülürdü. Çocuklar birbirine dikilerek sinir bağlantılarının tepkileri gözlemlenirdi. Her deney, çocukların hayatından biraz daha eksiltir; her “başarısızlık”, yeni bir otopsi anlamına gelirdi.

Üstelik onun bu “çalışmaları”, Nazi Almanyası’nın öjeni (ırk ıslahı) çılgınlığının yalnızca bir parçasıydı. Mengele, Almanya’nın dört bir yanından getirilen “sapkın gen örneklerini” belgelemek, ölçmek, kayıt altına almak ve mümkünse yok etmekle görevliydi. Tıp eğitimi aldığı okullarda öğrendiği hiçbir etik kural, onun ellerini durdurmaya yetmedi. Tam tersine, bilimsel bilgi, onun elinde soğukkanlı bir işkence aracı haline geldi.

Savaşın Bitimi, Hesaplaşmanın Olmayışı

Mengele’nin Auschwitz’te yürüttüğü sistematik deneyler yalnızca iki yıl sürdü. Mayıs 1943 ile Ocak 1945 arasında, yaklaşık 21 ay boyunca yaptığı deneyler, binlerce insanın hayatını geri dönülmez biçimde parçaladı. Bu vahşet insanlık tarihine silinmeyen bir iz bıraktı.

Bugün bunu yazarken bile insanın yüreği daralıyor. Çünkü bu yapılanlar, bir bilim insanının değil, ideolojinin hizmetindeki bir celladın elinden çıkmıştı. Mengele, tıp bilgisi olan bir işkenceciydi. Ve yaptığı her “çalışma”, tıbbın etikle bağını sorgulamamıza neden olacak kadar karanlıktı.

Ve bir gün savaş sona erdi, toplama kampları boşaltıldı. Naziler teslim olmuş, Auschwitz kurtarılmıştır. Binlerce belge, fotoğraf, tanıklık gün yüzüne çıktı. Ama Josef Mengele ortada yoktu. Sahte belgelerle önce Almanya’da saklandığı bilinmekteydi. Ve ardından Arjantin’e, oradan Paraguay ve Brezilya’ya kaçtı. Hayatı boyunca ne yakalandı ne de yargılandı. Uluslararası savaş suçlularının listesinin en üst sıralarındaydı. Josef Mengele 1979 yılında, Brezilya’da geçirdiği bir beyin kanaması sonucu denizde boğularak öldü. Kimliği ancak yıllar sonra, mezarından çıkarılan kemiklerle doğrulanmıştır.

Ve bugün, onun adı sadece Auschwitz’le değil, insanın içindeki karanlıkla birlikte anılıyor. Çünkü Josef Mengele, bir hekimin neye dönüşebileceğini; bilimin, etik yoksa nasıl bir canavara hizmet edebileceğini gösteren en sert örneklerden birisi olarak tarihe geçmiştir.

Ölümünden sonra dahi adı, sadece Auschwitz’le değil, insan doğasının karanlık sınırlarıyla birlikte anılmaya devam etmektedir. Tıbbın, ideolojiye nasıl hizmet edebileceğini; bir doktorun, “iyileştirmek” yerine “saflaştırmak” için neler yapabileceğini dünyaya gösteren kanlı bir aynaydı Josef Mengele.

Benzer Gönderiler